sayfa içeriği
    • www.askerihukuk.net
    • Türk Askeri hukuku ile ilgili konularda bilgi sunumu
    • www.askerihukuk.net
    • Türk Askeri Hukuku ile ilgili hususlarda bilgi sunumu
BÖLÜMLER
Açılış sayfan yap - ekle
Askeri konularda çıkan yayınlar II


Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu Şerhi (2 Cilt)

Orhan ÇelenNihan Dokumacıoğlu
Adalet Yayınevi Mayıs 2022
888

TSK İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği - Askeri Ceza Kanunu - TSK Disiplin Kanunu - TSK Personel Kanunu ve İlgili Mevzuat
Orhan Çelen Adalet Yayınevi
Şubat 2023
888


Askeri Ceza Kanunu Şerhi (2 Cilt)
Orhan Çelen Adalet Yayınevi Ocak 2023
---


Dünya Askeri Tarihi Mesut Uyar, Yeditepe Yayınevi, 2023, 
Kağıt Kapak – 28 Ağustos 2023



Başarıya dair özlü sözler
WWW.ASKERİHUKUK.NET

Büyük aşkların ve büyük başarıların büyük riskler içerdiğini unutma. Kim iyi yaşamış, bol bol gülmüş ve çok sevmişse, başarıyı yakalamış demektir. Bessıe Anderson Stanley 

Ders alınmış başarısızlık başarı demektir. Malcom S. Forbes

Mağlubiyete uğrayınca ümitsizliğe kapılma, her başarısızlıkta bir zafer arzusu yatar. Germaın Martın 

Başarısızlıklar, kuvvetlilere daha da kuvvet verir. Saınt Exupery

Her şeyin mühim noktası, başlangıçtır. Eflatun 

Bütün büyük işler, küçük başlangıçlarla olur. Cıcero

Ya başlamamalı, ya da bitirmeli. Ovıdıus

Çalışanlar, kötülük düşünmeye vakit bulamazlar. Çalışmayanlar ise, kendilerini kötülükten kurtaramazlar. Hz. Ali

Basit bir adamın elinden geleni yapmaya çalışması, zeki bir adamın tembelliğinden iyidir. G. Gracıan

Bilginin efendisi olmak için çalışmanın uşağı olmak şartdır. Balzac

Bilgi insanı şüpheden, iyilik acı çekmekten, kararlı olmak korkutan kurtarır. Konfüçyus 

Dreyfus Davası

  Dreyfus Davası;

ALINTI: http://tr.wikipedia.org/wiki/Dreyfus_olay%C4%B1

1894 yılında Yüzbaşı Alfred Dreyfus'un casuslukla itham edilerek Fransa'da yargılandığı davanın adıdır.

Fransa'da önemli hukuki tartışmalara neden olan Dreyfus olayı Paris'teki Alman Elçiliğinde hizmetçi olarak çalışan Fransız gizli servisine bağlı bir kadının çöp sepetinde bulduğu imzasız bir mektubu merkeze göndermesiyle başladı. Alman askeri ataşesine yazılan mektupta Fransa'ya ait bilgilerin verilmesi vaat edilmektedir. Fransız Genelkurmayının başlattığı sorusturmada Yüzbaşı Alfred Dreyfus üstünde toplanır. Çünkü Yüzbaşı Dreyfus'un el yazısı, mektuptaki yazıya benzemektedir. Yüzbaşı Dreyfus zengin bir ailenin çocuğuydu. Fransa'daki Yahudi düşmanlığına rağmen askeri okulda gösterdiği üstün başarı Dreyfus'un bu göreve tayinini sağlamıştı.

Dreyfus, 15 Ekim 1894'te tutuklandı. Bir ay süren hazırlık soruşturmasında aleyhine yeni delil bulunanamasına rağmen Dreyfus suçlu görülerek mahkum edildi ve cezasını çekmek üzere Şeytan Adası'na gönderildi. 1896'da ortaya çıkan bir olay Dreyfus davasını yeniden gündeme getirdi. Alman Elçiliğinde çalışan hizmetli kadın, bir Alman subayından Easterhazy adındaki bir Fransız binbaşısına yazılan bir mektubun müsveddesini ele geçirdi. Fransız gizli servisinin yaptığı soruşturma, Dreyfus'un mahkumiyetine sebep olan elyazısının Easterhazy'ye ait olduğunu ortaya çıkardı. Soruşturma sonunda elde edilen bilgiler Dreyfus davasının yeniden görülmesini gerektiriyordu.

Dreyfus'un karısının olayı basın yoluyla yeniden gündeme getirme çabaları sonuç vermeye başlayınca Genelkurmay, Easterhazy'nin hakkında dava açmak zorunda kaldı. İki gün süren dava Easterhazy'nin oy birliğiyle beraat etmesiyle sonuçlandı. Beraat kararının ertesi günü Emile Zola'nın L' Aurore gazetesinde "Suçluyorum." başlığıyla yayımlanan Cumhurbaşkanına açık mektubu Fransa'da büyük yankı uyandırdı. Zola yazısında, Genelkurmay Başkanını ve diğer yüksek rütbeli subayları görevlerini kötüye kullanmakla ve kamoyunu yanıltmakla suçluyordu. Birkaç gün içinde akademi üyesi bazı profesörler ve aydınlar Millet Meclisine Zola'nın mektubunu destekleyen bir bildiri yolladılar. Ordudan gelen baskıların da etkisiyle Zola aleyhinde orduya hakaretten dava açıldı. Zola'nın mahkumiyetiyle sonuçlanan davada avukatlar sözü hep Dreyfus olayına getirmişlerdi. Bu nedenle dava Dreyfus'u savunanlar açısından başarı olmuştur.

1898 Haziranında yapılan hükümet değişikliğinden sonra Savaş Bakanlığına getirilen General Cavaignac, Millet Meclisinde yaptığı bir konuşmada Alfred Dreyfus hakkında hazırlanan gizli dosyadaki belgelerin bazılarını açıkça okudu. Easterhazy hakkında soruşturma yürütmüş Yarbay Picquait, bu belgelerin sahteliğini ispatlamaya hazır olduğunu bildirdi. Yarbayın iddiası üzerine sorguya çekilen Binbaşı Easterhazy suçunu itiraf etti ve gönderildiği hapishanede intihar etti. Bu olayla Dreyfus davası yeni bir boyut kazandı.

Yargıtay aylarca süren tartışmalardan sonra Dreyfus hakkında verilmiş olan kararı bozdu. Dreyfus, Fransa'ya geri getirilerek askeri mahkemede yeniden yargılandı. Bir ay süren duruşmalar sonunda Dreyfus yine suçlu bulundu. Fakat bazı hafifletici sebeplerin varlığı kabul edilmişti. Yedi yıl sonra 1904 yılında yargıtay genel kurulu bu büyük Savaş Bakanı General Andre'nin isteği üzerine davayı yeniden ele aldı. 1906'da verilen kararla Dreyfus beraat etti. On iki yıl önce sökülen nişanları aynı yerde yapılan törenle yeniden takıldı ve ayrıca Legion d'Honneur nişanı verildi. Dreyfus, Birinci Dünya savaşı'nda orduya hizmet etti, emekliye ayrıldıktan sonra 1935 yılında Paris'te öldü.

*****

Dreyfus Davası ve Vicdanlı Bir Aydın: Emile Zola, Serkan Çetin,

Serkan Çetin

“1894 güzünde Paris’teki Alman Askeri Ataşesi’nin çöp kutusunda Fransız ordusuna ait bilgiler içeren bir not bulunur. Yahudi asıllı Yüzbaşı Dreyfus’un casus olduğu dedikodusu Genelkurmay’dan basına sızdırılır. Ancak yazının Dreyfus’a ait olduğunun kanıtlanması kolay değildir. Görevlendirilen bilirkişi, nottaki yazının kuşkulununkine hiç benzemediğini söyleyince, istenen yanıtı verecek yeni uzmanlar bulunur. Yani raporlara dayanarak Dreyfus’a karşı vatana ihanet suçlamasıyla dava açılır. Bu raporların suçlunun cezasını çekmesine yetmeyeceğini düşünen İstihbarat Müdürü, Dreyfus’un suç dosyasını kabartmak için düzmece belgeler hazırlatır.

Savcı, iddianameyi bazı varsayımlara dayandırır: “Dikkat çekecek kadar güçlü bir belleğe sahip olması”, “fazla kültürlü olması”, çok iyi Almanca bilmesi gibi özellikleri nedeniyle Dreyfus casusluk yapabilecek bir kişidir.

Kapalı oturumlarla sürdürülen hızlı bir yargılama sonunda, Dreyfus vatana ihanet suçundan mahkum olur. Yaşam boyu cezasını çekmek üzere Şeytan Adası’na yollanacaktır. Ancak daha önce bir muhafız, halkın önünde, hainin üniformasındaki apoletleri, düğmeleri söker; kılıcını kırar. Halk, bu aşağılama törenini coşkuyla izler.

Bir gazete Dreyfus’un suçunu kanıtlamak için mahkemeye sunulan gizli dosyadan bahseder. Halkı mahkuma karşı kışkırtmak için gizli bilgileri ele geçirir!

Dreyfus’un mahkum edilişinden bir yıl kadar sonra, Sandherr’den boşalan Genel Kurmay İstihbarat Birimi’nin başına Yarbay Picquart geçmiştir. gizli dosyadaki evrakın sahte olduğunu anlayınca da üstlerini uyarır. Kimse dediklerine kulak asmaz. Hatta General Gonse, ondan, bildiklerini kimseye anlatmamasnı ister. Bir Yahudinin mahkum olması onu ilgilendirmemelidir.

Bunun üzerine Picquart uzaklara sürülür, tehlikeli görevlere atanır ve sürekli tehdit edilir. Sonunda bildiklerini Senato Başkan Yardımcısı Scheurer-Kestner’e iletir. Senatör etkin bir kampanya başlatır.

O sırada birçok gazete bir karalama kampanyası başlatıp Scheurer-Kestner’i “Alman uşağı” olmakla suçlarlar.

E. Zola, bu konudaki ilk yazısını, şoven basının hedef aldığı bu politikacıya ayırır. 25 Kasım 1897′de Le Figaro’da çıkan “Gerçek Yürüyor, Onu Hiçbir Şey Durduramaz” hem gerçeğe, hem de onu yiğitçe savunan senatöre bir övgü  niteliğindedir.

Emil Zola’nın Le Figaro’daki son yazısı 5 Aralık 1897′de çıkar: “Tutanak”. Yazar “kepazelik” olarak nitelendirdiği olayların bir özetini yaptıktan sonra, yalan ve iftirayı yayan şoven basını şiddetle kınar. Zola bu yazıda “zehirli ırmak yanlarından aktığı halde kıllarını bile kıpırdatmayan” tarafsız gazeteleri de hedef alır. Yazdıklarını yayımlayacak gazete bulamayan Zola, savaşımını broşürlerle sürdürür.

Picquart’ın cezalandırılması, Zola’yı bu konudaki en ünlü makalesini yazmaya iter: yazının son bölümünde sık sık yinelenen cümle “Suçluyorum- J’Accuse” başlık olarak kullanılır.

Zola, “Suçluyorum”u yazarken suç işlediğinin farkındadır.  kendini ihbar etmiş, kolaysa beni ağır cezada yargılayın diyerek meydan okumuştur. Bakanlar Kurulu, Zola hakkında suç duyurusunda bulunur. Zola’nın hapis cezası onanınca arkadaşları tarafından İngiltere’ye kaçırılır. Yıllar içerisinde Dreyfus tekrar Fransa’ya getirilir ve yargılanır. 10 yıl hapse mahkum edilir. Zola ve diğer gerçek savaşçıları şoktadır. Kitlesel eylemler başlar. Cumhurbaşkanı baskıya dayanamayıp cezayı affeder. 29 Eylül 1902′de, yatak odasındaki şömineden sızan dumandan zehirlenerek ölür. Resmi kayıtlara kaza olarak geçse de bu ölümün ardında gerici bir örgüt olduğundan kuşkulanılır…”

(Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Dergisi Cilt: 19 / Sayı: 1/ ss. 181-195 Yazar: Gül Tekay BAYSAN’ın yazısından kısaltılarak alıntılanmıştır.)

Yasal Uyarı: Yukarıda anlatılan olaylar yaklaşık 100 yıl öncesinde Fransa’da yaşanmıştır. Ülkemizdeki olay ve davalarla bir ilgisi yoktur!

ALINTI: http://www.otekiyuz.com/dreyfus-davasi-ve-vicdanli-bir-aydin-emile-zola/

 ****

TARİHTE ÜNLÜ BİR DAVA: DREYFUS DAVASI (DÜNYACA UNUTULAMAYAN YARGILAMA YANILGISI)

 Dreyfus Davası ;



1894 yılında Yüzbaşı Alfred Dreyfus'un casuslukla itham edilerek Fransa'da yargılandığı davanın adıdır.

Fransa'da önemli hukuki tartışmalara neden olan Dreyfus olayı Paris'teki Alman Elçiliğinde hizmetçi olarak çalışan Fransız gizli servisine bağlı bir kadının çöp sepetinde bulduğu imzasız bir mektubu merkeze göndermesiyle başladı. Alman askeri ataşesine yazılan mektupta Fransa'ya ait bilgilerin verilmesi vaat edilmektedir. Fransız Genelkurmayının başlattığı sorusturmada Yüzbaşı Alfred Dreyfus üstünde toplanır. Çünkü Yüzbaşı Dreyfus'un el yazısı, mektuptaki yazıya benzemektedir. Yüzbaşı Dreyfus zengin bir ailenin çocuğuydu. Fransa'daki Yahudi düşmanlığına rağmen askeri okulda gösterdiği üstün başarı Dreyfus'un bu göreve tayinini sağlamıştı.

Dreyfus, 15 Ekim 1894'te tutuklandı. Bir ay süren hazırlık soruşturmasında aleyhine yeni delil bulunanamasına rağmen Dreyfus suçlu görülerek mahkum edildi ve cezasını çekmek üzere Şeytan Adası'na gönderildi. 1896'da ortaya çıkan bir olay Dreyfus davasını yeniden gündeme getirdi. Alman Elçiliğinde çalışan hizmetli kadın, bir Alman subayındanEasterhazy adındaki bir Fransız binbaşısına yazılan bir mektubun müsveddesini ele geçirdi. Fransız gizli servisinin yaptığı soruşturma, Dreyfus'un mahkumiyetine sebep olan elyazısının Easterhazy'ye ait olduğunu ortaya çıkardı. Soruşturma sonunda elde edilen bilgiler Dreyfus davasının yeniden görülmesini gerektiriyordu.

Dreyfus'un karısının olayı basın yoluyla yeniden gündeme getirme çabaları sonuç vermeye başlayınca Genelkurmay, Easterhazy'nin hakkında dava açmak zorunda kaldı. İki gün süren dava Easterhazy'nin oy birliğiyle beraat etmesiyle sonuçlandı. Beraat kararının ertesi günü Emile Zola'nın L' Aurore gazetesinde "Suçluyorum." başlığıyla yayımlanan Cumhurbaşkanına açık mektubu Fransa'da büyük yankı uyandırdı. Zola yazısında, Genelkurmay Başkanını ve diğer yüksek rütbeli subayları görevlerini kötüye kullanmakla ve kamoyunu yanıltmakla suçluyordu. Birkaç gün içinde akademi üyesi bazı profesörler ve aydınlar Millet Meclisine Zola'nın mektubunu destekleyen bir bildiri yolladılar. Ordudan gelen baskıların da etkisiyle Zola aleyhinde orduya hakaretten dava açıldı. Zola'nın mahkumiyetiyle sonuçlanan davada avukatlar sözü hep Dreyfus olayına getirmişlerdi. Bu nedenle dava Dreyfus'u savunanlar açısından başarı olmuştur.

1898 Haziranında yapılan hükümet değişikliğinden sonra Savaş Bakanlığına getirilen General Cavaignac, Millet Meclisinde yaptığı bir konuşmada Alfred Dreyfus hakkında hazırlanan gizli dosyadaki belgelerin bazılarını açıkça okudu. Easterhazy hakkında soruşturma yürütmüş Yarbay Picquait, bu belgelerin sahteliğini ispatlamaya hazır olduğunu bildirdi. Yarbayın iddiası üzerine sorguya çekilen Binbaşı Easterhazy suçunu itiraf etti ve gönderildiği hapishanede intihar etti. Bu olayla Dreyfus davası yeni bir boyut kazandı.

Yargıtay aylarca süren tartışmalardan sonra Dreyfus hakkında verilmiş olan kararı bozdu. Dreyfus, Fransa'ya geri getirilerek askeri mahkemede yeniden yargılandı. Bir ay süren duruşmalar sonunda Dreyfus yine suçlu bulundu. Fakat bazı hafifletici sebeplerin varlığı kabul edilmişti. Yedi yıl sonra 1904 yılında yargıtay genel kurulu bu büyük Savaş Bakanı General Andre'nin isteği üzerine davayı yeniden ele aldı. 1906'da verilen kararla Dreyfus beraat etti. On iki yıl önce sökülen nişanları aynı yerde yapılan törenle yeniden takıldı ve ayrıca Legion d'Honneur nişanı verildi. Dreyfus, Birinci Dünya savaşı'nda orduya hizmet etti, emekliye ayrıldıktan sonra 1935 yılında Paris'te öldü.



ALINTI: http://tr.wikipedia.org/wiki/Dreyfus_olay%C4%B1

*****
Dreyfus Davası ve Siyasal Sonuçları
Hazırlayan: Akhenaton

Gerçek, yürüyor ve onu hiçbir şey, durduramayacak!” (Émile Zola)

Adaletin yüksek siyasete kurban edildiği tarihsel olaylar vardır. Dreyfus davası, hiç kuşkusuz bunlardan biridir [1] ve haksızlığıyla tarihe geçmiş bir davadır. Bir Fransız topçu subayı olan Alfred Dreyfus, 1859'da Alsace'deki Mulhouse'de Yahudi bir anne-babanın çocuğu olarak dünyaya gelmişti. 1894'te Fransız ordusunun genelkurmayındaydı. Dreyfus'un el yazısına benzetilen bir belgenin Paris'teki Alman elçiliğinde ele geçirilmesi [2], Alman Askerî Ataşesi von Schwartzkoppen'e kimi gizli askeri belgeleri gönderdiği gerekçesiyle [1] yurduna ihanet etmekle suçlanmasına yol açtı ve hakkında kanıtların yetersiz olmasına karşın dava açıldı.

Fransa'nın 3. Cumhuriyet döneminde basının da körüklediği bir Yahudi düşmanlığı (antisemitizm) tırmanmaya başlamıştı.[2] "La Libre Parole" (Özgür Söz) adlı gazete, Dreyfus'un “suçlu” olduğunu kışkırtıcı ve anti-semitist duyguları körükleyici bir şekilde ilan etti. Elde yeterli delil olmamasına karşın kamuoyunun beklentilerini karşılamak üzere Dreyfus'la ilgili adli soruşturma açılmasına karar verildi.

“Paris 1. Savaş Konseyi” adındaki askeri mahkeme, 1894'ün Aralık ayında Dreyfus'u yargılamaya başladı. Suçlama için ortada tek delil vardı; o da, Alman Askerî Ataşesi'nin çöp sepetinde bulunan ve Dreyfus'un el yazısına benzeyen bir yazıyla kaleme alındığı ileri sürülen belgeydi. Dreyfus, bu belgedeki yazının kendisine ait olmadığını söyledi, ancak buna kimseyi inandıramadı. Çanlar, Yüzbaşı Dreyfus için çalmaya başlamıştı bile. Fransız adaletinin bu Yahudi'ye haddini bildirmesi için gereken her şey hazırlandı. Savaş Bakanı General Mercier, istihbarat servisinin Dreyfus hakkında hazırladığı “gizli dosya”yı, sanığın ve savunma avukatının haberi olmadan gizlice askeri yargıçlara gönderdi ve yargıçlar da savunma hakkını ve muhakeme usulünü hiçe sayan bu durum karşısında 3 maymunu oynadı.

22 Aralık 1894’te askeri mahkeme, kararını açıkladı. Dreyfus, 7 yargıcın oy birliğiyle ihanet suçundan mahkum edildi. Dreyfus'un rütbesinin geri alınmasına ve ömür boyu hapis cezasına çarptırılmasına karar verildi. Temyiz başvurusu da sonuç vermedi.[1] Böylece Dreyfus, askerî sırları Almanya'ya satmaktan ömür boyu hapse mahkum oldu.[2] 5 Ocak 1895'te askeri okulun avlusunda Dreyfus'un rütbesi söküldü. Yüzbaşının suçsuz olduğunu haykıran çığlıkları, Paris semalarında yankılandı.[1] Cezasını çekmek üzere Fransız Guyana'sına, tutukluların sürgün edildiği korkunç bir yer olan Şeytan Adası'na gönderildi.[2]

Yüzbaşı Dreyfus, Şeytan Adası'nda hapis ve sürgün cezasını çekerken, Fransa'da müthiş bir mücadele başladı. Dreyfus'un suçsuz olduğuna inananlarla Dreyfus üstünden Yahudi düşmanlığını pekiştirenler arasında yaşanan bu savaşa ordu, meclis, hükümet, basın ve aydınlar da müdâhil oldu.[1]

Kendisine içtenlikle bağlı erkek kardeşi Mathieu (Metyu), romancı Émile Zola ve daha sonra 1. Dünya Savaşı'nda Fransa başbakanı olan Georges Clemenceau'nun çabalarıyla, Dreyfus, 1899'da yeniden yargılanma hakkını elde etti. Ne var ki, "cezayı hafifleten nedenler"in varlığından söz edilmesine karşın, yine suçlu bulundu.

Bu arada Dreyfus davası, yargılananın suçlu ya da suçsuz olmasının ötesinde geniş boyutlar kazanmıştı. Artık tartışılan, kişisel özgürlüklerin ulusal güvenlik gerekçesiyle konulan önlemlere karşı ne derece korunacağı ve demokratik bir devlette orduyla dinsel kurumların rolünün ne olması gerektiği gibi konulardı.[2]

Bu arada Esterhazy'ın birtakım kanıtlar uydurup söylentiler yayması, Dreyfus'un yazdığı öne sürülen mektubu bulan Binbaşı Hubert Joseph Henry'nin yeni sahte belgeler düzenleyip birtakım belgeleriyse hasır altı etmesi, olayı inanılmaz ölçüde karmaşıklaştırdı. Dreyfus'un, Paris'in Yahudi çevrelerinde etkili olan Dreyfus ailesi, davayı iyice kamuoyunun gözleri önüne sermede zorlanmadı. Esterchazy'i Yüzbaşı Dreyfus'a yüklenen suçların gerçek suçlusu olarak gösterdi. Fakat 1898'in ilk günlerinde divan-ı savaşa çıkarılan Esterchazy çoktan aklanması düşünülmüştü bile. Üstelik sahte kanıtlar olduğunu öne süren Picquart'ta tutuklanmıştı. Bütün bunlar olunca kızılca kıyametin alametleri de gerçekleşmiş oldu.[3]

Genelkurmay, basınla işbirliği halinde Dreyfus'un suçsuz olduğunu ispatlayacak girişimlerin önünü kesmeye çalıştı. Mahkumiyete dayanak oluşturan belgedeki (çizelge) el yazısının gerçekte başka birisine ait olduğunu ileri sürenler, sürgüne gönderildi ve cezalandırıldı. Gerçekten de Dreyfus'un mahkum olmasından 2 yıl sonra askeri istihbaratın başına geçen Binbaşı Georges Picquart, Dreyfus dosyasını ayrıntılı bir şekilde inceledikten sonra gerçek suçlunun, çizelgeyi kaleme alan Walsin Esterhazy adındaki subay olduğunu belirtti. Picquart, Dreyfus davasının yeniden görülmesi gerektiğini savununca kendisini Tunus'a sürgüne gönderilmiş olarak buldu.

Bu arada suçlanan Esterhazy de askerî mahkemede beraat etti. Dreyfus savaşı, o kadar kızışmıştı ki, dönemin Savaş Bakanı Cavaignac, aralarında Zola'nın da bulunduğu belli başlı Dreyfusçuların, devletin güvenliğini tehlikeye atmaktan ve anayasal düzene karşı komplo düzenlemekten dolayı Yüce Divan'da yargılanmalarını bile talep etti.[4]

Émile Zola, Dreyfus, itham ediyorum, L'aurore, J'AccuseDava sırasında ünlü romancı Émile Zola'nın "İtham ediyorum" başlığıyla yaptığı savunma sonucu, Fransa kamuoyunda büyük tepki meydana gelmiş; halk, sokaklarda yer yer gösterilerde bulunmuştur. Fransa'daki bu "halk galeyanı" ve Zola'nın savunması, diğer kimi ülkelerde de zaman zaman etkili olmuştur.[5]

Zola'nın mektubu yayımlandığında Dreyfus Davası, kamuoyunda büyük bir ilgi uyandırmış ve Fransa'yı 2 karşıt kampa bölmüş bulunuyordu. Sorun, Dreyfus'un suçluluğu ya da suçsuzluğu gibi kişisel boyutları çoktan açmıştı. Davanın yeniden görülmesine karşı çıkan milliyetçi ve otoriter Dreyfus karşıtları olayı, ülkenin düşmanlarının orduyu küçük düşürme çabası olarak değerlendiriyor, konuya uluslararası sosyalizm ve Yahudilik karşısında bir ulusal güvenlik sorunu, Fransa'yla Almanya arasında bir çıkar çatışması gözüyle bakıyorlardı. Dreyfus'un aklanmasını isteyenlerse onun mahkum edilmesini, kişi özgürlüğü ilkesinin ulusal güvenliğe feda edilmesi, Cumhuriyetçi sivil otoritenin çatışması olarak görüyorlardı. Parlamentoda büyük gürültü kopuyor, Milliyetçilerin baskısıyla hükümet Emile Zola hakkında dava açıyor, taşrada Yahudi düşmanı ayaklanmalar çıkıyordu. Buna karşılık Dreyfus Davası'nın yeniden görülmesini isteyen dilekçe, Anatole France, Marcel Proust ve pek çok başka aydınla birlikte 3 bin kişi tarafından imzalandı.[3]

Diğer yandan, Dreyfus'un suçsuz olduğunu savunan yazarlar da cezalandırılmaktaydı. Émile Zola, Esterhazy'i beraat ettiren yargıçların ordudan bu yönde emir aldıklarını yazınca 1 yıl hapis ve 3.000 frank para cezasına çarptırıldı. Zola, bunun üzerine İngiltere'ye gitmiş ve hakkında af çıkıncaya kadar da Fransa'ya dönmemiştir.

Bir süre sonra olaylar Dreyfus'un lehine gelişmeye başladı. Dreyfus'un mahkumiyetinde kullanılan belgelerin askerî istihbaratta görevli bir albay tarafından düzmece bir şekilde hazırlandığı ortaya çıktı. Adı geçen albay, intihar etti. Askerî mahkemenin beraat ettirdiği Esterhazy de Dreyfus'un mahkum olmasına neden olan çizelgeyi kendisinin yazdığını itiraf etti ve İngiltere'ye kaçtı. Bu olaylar üzerine Dreyfus davası, yeniden başladı. 9 Eylül 1899 günü askeri mahkeme, adlî hatayı kabul etmek yerine, Dreyfus'u bu kez hafifletici nedenleri dikkate alarak on yıl hapse mahkum etti. Dreyfus, yeniden Şeytan Adası'na gönderildi. Fakat, [1] Fransa'da toplumsal gerginlik, o kadar artmıştı ki, duruşma başladıktan 10 gün sonra Cumhurbaşkanı Émile Loubet, Dreyfus'u bağışlamak zorunda kaldı. Dreyfus, suçsuzluğunu kanıtlama hakkını saklı tutarak bu af kararını kabul etti. 1904'e kadar yeniden yargılanmak için çaba harcadı. En sonunda, 1906'da düzmece bir suçlamaya kurban gittiğini kanıtlayarak aklandı. Aynı yıl, yüzbaşılık rütbesi, kendisine geri verildi. Binbaşılığa yükseltildi ve Légion d'Honneur nişanıyla onurlandırıldı.[2] Dreyfus, “Yaşasın Dreyfus!” diye bağıranlara şöyle cevap verdi; “Hayır, yaşasın hakikat!” [1]

Orduda kısa bir süre daha görev yapan Dreyfus, binbaşılığa yükseldikten sonra kendi isteğiyle yedeğe ayrıldı. 1. Dünya Savaşı'nda tekrar göreve çağrıldı ve yarbay rütbesiyle bir cephane birliğini komuta etti. Savaştan sonra ne yaptığıysa bilinememektedir. Dreyfus'un bu olayları kendi ağzından anlatmak için yazdığı "Five Years of My Life" ise hâlen Fransa'da ilgi duyulan kaynak kitapların arasındadır.[3] Dreyfus, 1935'te ölmüştür.[2]

Dreyfus'un suçsuzluğu 1930'da iyice pekişti. Askerî bilgileri kendisine sızdırdığı iddia edilen Alman Schwartzkoppen'in günlüğü yayınlandığında, gerçek bir kez daha ortaya çıktı. Fakat, Fransız ordusunun bu gerçeği kabul etmesi, neredeyse yüzyıl aldı. 25 Eylül 1995 tarihli Time dergisinde, Fransız ordusunun aradan yüzyıl geçtikten sonra ilk kez kamuoyu önünde Dreyfus'un suçsuzluğunu resmen ilan ettiğine dair bir yazı yayınlandı. Fransız ordusunda üst düzey bir komutan olan General Jean-Louis Mourrut, ilk kez kamuoyuna Dreyfus'un suçsuz olduğunu ve ordunun yanlış yaptığını açıklamıştır.[1]

20. yüzyılın başlarında tüm Fransa'yı altüst eden Dreyfus olayı, adaletin yanılmasının ve yüksek siyasete kurban edilmesinin ne ilk ne de son örneğidir. Hemen her ülkenin ve dönemin Dreyfus'ları olmuştur ve olacaktır. Fakat, Dreyfus olayından çıkarılacak önemli derslerin olduğu da kesindir. Basını, yargısı, siyaset adamı, ordusu ve aydınıyla bütün bir toplumun bu dersleri çok iyi okuması gerekmektedir. Bir kere, Dreyfus olayı, hukuk ve siyaset arasındaki ilişkinin zannedildiği gibi bağımsızlık değil, bağlılık esasına dayandığını göstermiştir. Bu yönüyle Dreyfus davası, hukuku "siyasetin farklı araçlarla devamı"olarak gören realist hukuk ekolünün argümanlarını destekleyen tarihi bir örnektir. Diğer yandan, sonuçları itibarıyla bu dava, yargının hem siyâsal hem de bürokratik iktidarın etkisinden bağımsız olması gerektiğini göstermiştir.

Dreyfus olayından çıkarılması gereken belki de en önemli ders, adaletsizliğin ve haksızlığın uzun vadede hükümferma olamayacağıdır. Her türlü engellemelere ve zorluklara rağmen, Dreyfus'un haksız yere mahkum edildiği anlaşılmış ve kendisine iade-i itibarda bulunulmuştur. Dreyfus'un zaferi, gerçekte militarizmin ve faşizmin yenilgisi olmuştur. Bu zaferde en önemli pay, Èmile Zola gibi dürüst aydınlara aittir. Zola, tüm zamanların Dreyfus olayları hakkında geçerli olan şu ilkeyi, mücadelesinin her aşamasında anımsatmaktan geri durmamıştır: "Gerçek yürüyor, onu hiçbir şey durduramayacak." [6]

Èmile Zola ve "Gerçek Yürüyor"

Èmile Zola, ne yazık ki, 1902’de Yüzbaşı Dreyfus'un aklandığını ve görevine iade edildiğini göremeden ölmüştür. Fakat, ölmeden bir yıl önce Dreyfus'la ilgili yazılarını bir araya getiren "Gerçek Yürüyor" adlı kitabını yayınlamıştır. Bu kitap, Zola'yı ünlü bir romancı olmanın çok ötesine taşıyan ve gerçek bir aydının adalet mücadelesini gösteren bir metin olarak tarihe geçmiştir. Zola'nın gazetelerde yayınlanan yazıları, bir yandan Dreyfus'un masumluğunu ispat etmeyi, diğer yandan da adalet sahibi olmayan bir siyâsal düzenin ayakta kalamayacağı konusunda yetkilileri uyarmayı hedefliyordu.[6]

Zola, Dreyfus olayında adaletin siyâsal nedenlerle gölgelendiğine inanıyor, gücün emrindeki yargının adalet dağıtamayacağını haykırıyordu. "Eğer siyâsal nedenler adaletin gecikmesini gerektiriyorsa, bu kaçınılmaz sonucu daha da ağırlaştırarak geciktiren yeni bir hata işlenmiş olacaktır." diyordu.[7][6]Dreyfus olayında kayıtsız kalan ve adaletin gerçekleşmesi için fazla bir şey yapmayan hükümetin acziyetini ortaya koyuyor ve onu harekete geçmeye çağırıyordu. Dreyfus'un 2. kez yargılanması ve on yıla mahkum edilmesinin ardından "5. Perde" başlığı altında kaleme aldığı ve "L'Aurore" gazetesinde yayınlanan yazısında Zola şunları söylüyordu: "Hükümet, memurları tarafından ihanete uğramıştır. Karanlık düşünceli kocaman çocukların ateşle ve bıçakla oynamalarına göz yummak gevşekliğini göstermiştir. Yönetmenin, ileriyi görüp tüm önlemleri önceden almak demek olduğunu unutmuştur." [8][6]

Zola, cumhurbaşkanına açık mektup şeklinde 13 Ocak 1898 günü yayınladığı yazısında da hem Dreyfus'u mahkum eden askeri mahkemeyi hem de gerçek suçlu olan Esterhazy'i aklayan askeri yargıçları bağımsız olmamakla suçlamıştır. Zola, yazısında daha sonra kendisinin mahkumiyetine neden olacak şu ifadelere yer vermişti: "Bir savaş konseyinin yaptığını, öbür savaş konseyinin bozabileceği nasıl umulabilmişti? Hakimlerin her zaman yapabilecekleri seçmenin sözünü bile etmiyorum. Askerlerin kanına işlemiş olan yüksek disiplin düşüncesi, onların adalet gücünü zayıflatmaya yetmez mi? Disiplin demek, itaat demektir. Savaş bakanı, büyük şef, bir olay konusunda verilmiş mahkeme kararının önemini ve gücünü kamu önünde belirtirken, bir savaş konseyinin onu kesinlikle yalanlamasını mı bekliyorsunuz? Hiyerarşi bakımından olanaksızdır bu. General Billot, yaptığı açıklamayla yargıçlara telkinde bulunmuştur. Onlar da ateşe atılırcasına, düşünmeden karar vermişlerdir." Bu sözlerinden dolayı mahkeme önüne çıkan Zola, tarihi bir savunma yapmıştır. "Artık Dreyfus davası yok. Bundan böyle, Fransa'nın hâlâ insan hakları Fransa'sı olup olmadığını bilmemiz söz konusudur." diye konuşan Zola, savunmasını şöyle tamamlamıştır: "Ülkemin yalan ve adaletsizlik içinde kalmasını istemedim. Burada bana ceza verilebilir. Fakat bir gün, şerefinin kurtulmasına yardım ettiğim için Fransa bana teşekkür edecektir." [9]

Dreyfus davasında ucuz popülizm peşinde koşan ve yargıyı etkileyen kurumların başında basın gelmekteydi. Zola, basının bir kısmının yaşanan adaletsizliği hayasızca desteklediğini, diğer bir kısmının da "tarafsızlık" etiketi altında adaletsizliğe kayıtsız kaldığını yazıyordu. Zola şöyle diyordu: "Aşağılık basının azgınlığını gördük... Ne yazık ki, bu eskimiş kalem tartışmacılarının, bunak kışkırtıcıların, yurtsever geçinen dar kafalıların beyinleri, suçların en kirlisini işlemiş, kamu vicdanını karartıp, tüm bir halkı şaşırtmaya çalışmıştır. Yalan, lekeleme, gammazlık doğal olgular haline getirilmiştir. Tüm bunlar çağımızın yüz karası olarak kalacaktır... En sonunda, yüksek basının, ciddi ve onurlu diye adlandırılan basının, tüm bunlara kaygısızca yardımcı olduğunu gördük. Zehirli ırmak yanlarından aktığı halde kıllarını bile kıpırdatmadılar. Kuşkusuz tarafsızlıktı bu. Fakat ne anlamı vardı? Bir tek yüksek ve soylu ses, bu namuslu basında bir tek ses çıkıp da insanlığın, hakarete uğrayan adaletin yanını tutmamıştır!" [10][6]

Dreyfus Olayının Siyasâl Sonuçları

Dreyfus davasının başlıca sonuçlarından biri, Fransız toplumunun başlattığı başlıca tartışmalardır. Bu tartışmalar, 1905'te ülkede din ve devlet işlerinin kesinlikle birbirinden ayrılması gibi önemli değişikliklere yol açmıştır.[2]

Dreyfus davasının politik sonuçlarından biri, Fransa'da siyâsal safları belirginleştirmesi olmuştur. Cumhuriyeti destekleyen ılımlı cumhuriyetçiler, liberaller, radikaller ve sosyalistler, cumhuriyet karşıtı olarak görülen ordu ve Katolik Kilisesi karşısında ittifak kurdular. Hemen belirtmek gerekir ki, sosyalistlerin tamamı Dreyfus'u desteklememiştir. 18 Ocak 1898’de 32 sosyalist milletvekili bir bildiri yayınlayarak “Kapitalist sınıftan, düşman sınıftan olan” Dreyfus'un durumunun kendilerini ilgilendirmediğini açıklamışlardı.[11] Dreyfus olayı, Fransa Cumhuriyeti'ni güçlendirmiş, solu iktidara taşımış, militarizmin ve kilisenin itibar kaybetmesine neden olmuş ve en önemlisi 1905 tarihli din-kilise ayrılığı hakkındaki ünlü yasanın çıkarılmasına yol açmıştır.

Dreyfus olayı, Fransa'nın yaşadığı en büyük hukuksal skandal olarak tarihe geçti. Bu olay, sadece 1 askeri görevlinin haksız yere suçlanması ve ordudan atılmasından ibâret değildir. Dreyfus davası, ülkedeki iktidar ilişkilerinin ortaya konulduğu, toplumda egemen olan Yahudi düşmanlığı duygularının açığa çıktığı, bu duyguların siyâsî ranta tahvil edildiği, askeri kurumların militarizmi süreklileştirmek için basın ve kilise gibi kurumlarla işbirliği yapmaya yöneltildiği ve Fransız Cumhuriyeti'nin temel değerlerinin tartışıldığı bir süreç yaratmıştır. Bu haliyle Dreyfus davası, Fransa'nın siyâsal ve toplumsal hafızasına kazınmış sembolik bir olaydır.[1]

Dreyfus skandalının belki de en önemli sonucu, fikir namusuna sahip aydınların toplumu yönlendirerek adaletin tesisinde önemli bir rol oynayabileceklerini göstermiş olmasıdır. Gerçekten de Dreyfus olayında Anatole France ve Èmile Zola gibi yazarlar belirleyici bir rol oynamıştır.

Özellikle Zola, yazdığı yazılarla Dreyfus'u mahkum eden yargıçlara, orduya, basına ve hükümete ağır eleştiriler yöneltmiştir. Bu yazıların da etkisiyle, başlangıçta Dreyfus'un aleyhine olan Fransız halkı gittikçe adalet taleplerini yükseltmiş, toplantı ve gösterilerle iktidar üstünde etkili olmaya başlamıştır. Kısacası Zola, Dreyfus olayıyla alnına siyah bir leke sürülen "adalet tanrıçası"na yeniden onurunu kazandıran aydın olmuştur.[6]

Fransa tarihine L'Affaire adıyla geçen Dreyfus Davası, Fransa'yı 2 kampa ayırmış, aşırı sağcılarla ve solcularla kamuoyuna duruşma çerçevesini aşan kampanyalara yürütme olanağı vermiş bir davadır. Sağcı milliyetçiler, bu fırsattan yararlanarak rejimi sarsmaya ve yıkmaya çalışmışlar, Kilise düşmanı solcular da Kilise'ye saldırmışlardır. Bu dava çerçevesinde gelişen çalkantıların keskinleştirdiği siyâsal ve devlet işlerinin ayrılması gibi sarsıcı önlemlerin alınmasına, Fransa'yı, sağdaki militaristler arasında 1914'e hatta daha sonrasına değin etkisi altında tutacak bir bölünmenin doğmasına yol açmıştır.[3]

Sinema'da Dreyfus Davası

1. Prisoner of Honor 

Kaynaklar

[1] Doç. Dr. Zühtü Arslan, "Dreyfus Olayı-1", savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=1&ArsivAnaID=32655
[2] Temel Britannica Ansiklopedisi, "Dreyfus Davası" maddesi, c.5, s.309-310.
[3] Reha Başoğul, "Dreyfus Davası", yasamdersleri.com/yazi.asp?id=2703
[4] Émile Zola, "Dreyfus Olayı", çev. M. Tuncer, Yalçın Yayınları, 1998, s. 20.
[5] tr.wikipedia.org/wiki/Dreyfus_davası
[6] Doç. Dr. Zühtü Arslan, "Dreyfus Olayı-2", savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=1&ArsivAnaID=32687
[7] Émile Zola, a.g.e, s.33.
[8] Émile Zola, a.g.e, s.135.
[9] Émile Zola, a.g.e, s.84, 98, 100.
[10] Émile Zola, a.g.e, s.43-44.
[11] Émile Zola, a.g.e, s.15-16
 

ALINTI: http://www.akhepedia.com/forum/hukuk/dreyfus-davasi-ve-siyasal-sonuclari/


Yasal Uyarı: Yukarıda anlatılan olaylar yaklaşık 100 yıl öncesinde Fransa’da yaşanmıştır. Ülkemizdeki olay ve davalarla bir ilgisi yoktur!

 

Site Haritası
Site Yöneticisi
                
Avukat Orhan ÇELEN
 
TEL:
 
0 542 427 44 72
     
Ziyaret Bilgileri
Aktif Ziyaretçi34
Bugün Toplam388
Toplam Ziyaret1478243
Takvim
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar35.037435.1778
Euro36.390736.5365
Hava Durumu
Maşallah
Sitemize destek verin
Üyelik Girişi
Resimli özlü sözler

HABER BAŞLIKLARI
Yeni eklenenler

Çeşitli videolar eklendi 27.10.2024
----
Askeri konularda çıkan yayınlar bölümü eklendi 27.10.2024
----
Sitemize destek olun bölümü eklendi.
----
Fotoğraf,  Sembol ve amblemler bölümüne Washington DC deki hava ve uzay müzesi ile bazı facebook sayfalarında sergilenen, eskiden kullanılmış olan bazı uçak, roket ve uzay aracı resimleri yüklendi. 10.11.2024
***
Başarıya dair özlü sözler bölümü eklendi

  askerihukuk.net